Sevinçli bir bayram sabahı biz...

Annem, babamı bayram namazına uğurlar sonra kahvaltı hazırlığına
başlardı. Bir yandan da bizim manasız sorularımıza cevap yetiştirirdi.
Babamın namazdan dönüşünü pencerede bekler, daha zili çalmadan koşup
kapıyı açar ve elini öpmek için sıraya girerdik. Babamın elini öpmeden
annemin elini öpmezdik, bayram, babam namazdan eve geldiğinde başlıyor diye bilirdik.
Bahçede bazen kuzu sesi, bazen de bir ineğin sesi, mööö...
Soğuk zamanlarda battaniyeler sarardı annem, kurbanlığa üşümesin
diye...
Zaman zamanda bize seslenir, “gelin sevin” derdi.
-Eğer
bahçemizin elma ağacına bir kurban bağlanmışsa, o kurban bayramı
sevincimiz sanki biraz daha fazla olurdu.-
Babamın peşi sıra kasap gelir, kurbanlığa su verilir ve gözüne örtü örtülerek tekbir getirilir, Yaradan'a kurban edilirdi...
Sonra alınlarımıza, babam parmağı ile kurbanımızın kanından sürerdi.
Ben kurbanlığın kesimden sonra derisinin çıkarılma işlemini dikkatle
izler bir yandan da ne zor iş şu kasaplık diye düşünürdüm.
Derisinin çıkarılması sonrası parçalara ayrılır, kesim işini yapan “abi,
yenge şurası fakir fukaranın, şurası hısım akrabanın, şurası da çoluğun
çocuğun” derdi. Derin dondurucuya hisse yoktu.
Babam kasabı
uğurlar, annemle birlikte tespit edilen kişilere ayrılan hisseler eve
sokulmadan dağıtılırdı, hısım akrabanın ki ayrıştırılır, bayram
ziyaretlerinde götürülür hayır dua alınırdı. Çoluk çocuksa, bir iki gün
et yemeği sonra tarhanada kavurma olarak kaşığına geldiği kadar yerdi
hissesini.
Yine aynı bayram sabahları, yok yok, evet evet yine aynı...
İşin aslı şu; dondurucunun derinliği bozdu taksimi.
Sevinçli, kutlu bayramlar...