OSMAN ÇAKIR / 21 Kasım 2024
Türkiye ekonomisi uzun süredir gelir dağılımındaki bozukluk, alım gücünün erozyonu, fahiş konut ve kira artışları, döviz kuru, altın ve borsa hareketleri ile yüksek ve inatçı enflasyon gibi ciddi sorunlarla mücâdele ediyor.
Sürekli yükselen fiyatlar vatandaşın cebini yakarken, geleceğe dair güvensizlik de giderek artıyor.
Bu tabloda, Merkez Bankası'nın faiz indirimine yönelik adımlarını dikkatlice değerlendirmek son derece önemli.
Aylık enflasyonda vatandaşın hissedebileceği ve görebileceği somut bir düşüş yaşanmadan faiz indirimine gidilmesi, mevcut ekonomik kırılganlığı daha da derinleştirebilir ve kalıcı bir çözümden ziyâde yeni sorunlara yol açabilir.
Yüksek enflasyon, sâdece rakamlar üzerindeki bir artış değil, aynı zamanda insanların yaşam standartlarını doğrudan etkileyen, alım gücünü aşındıran ve geleceğe dair umutsuzluğu besleyen bir olgudur.
Ürün etiketlerindeki sürekli yükselişler, vatandaşın temel ihtiyâçlarını karşılamasını zorlaştırırken; döviz kuru, altın ve borsa dalgalanmaları da ekonomik belirsizliği artırıyor.
Bu belirsizlik ortamında yatırımlar ertelenir, üretim azalır ve istihdâm kayıpları yaşanır. Dolayısıyla, enflasyonla mücâdele, ekonomik istikrârın sağlanması için olmazsa olmaz bir adımdır.
Tabii ki enflasyonla mücâdelede faiz politikalarının önemli bir araç olduğu doğrudur. Ancak, faiz oranlarının tek başına enflasyonu kontrol etmek için yeterli olmadığı da herkesin malumudur.
Merkez Bankası'nın faiz indirimi kararı, enflasyonun kontrol altına alındığı ve ekonomik göstergelerin olumlu yönde ilerlediği bir ortamda alındığında olumlu sonuçlar doğurabilir.
Mevcut durumda, enflasyonun hâlâ yüksek seyretmesi ve ekonomik göstergelerdeki belirsizlik göz önüne alındığında, aceleci bir faiz indirimi ciddi riskler taşımaktadır.
Faiz indirimi, kredi mâliyetlerini düşürerek talebi artırabilir. Ancak, arz yetersizliği devam ederken artan talep, enflasyonu daha da yukarı çekebilir.
Bu durum, bir kısır döngüye yol açarak enflasyonun kontrol altına alınmasını daha da zorlaştırabilir.
Faiz indirimi, yabancı yatırımcıların Türkiye'den sermaye çekmesine neden olabilir ve döviz kurunda ani yükselişlere yol açabilir.
Döviz kurundaki bu yükseliş, ithâlât mâliyetlerini artırarak enflasyonu besler ve ekonomik istikrârsızlığı derinleştirir.
Vatandaşlar ve yatırımcılar, enflasyonun kontrol altına alınamadığı ve Merkez Bankası'nın istikrârlı bir politika izlemediği izlenimine kapılırlarsa, ekonomik güven sarsılır.
Güvensiz bir ortam, yatırımları azaltır, üretimi düşürür ve ekonomik büyümeyi olumsuz etkiler.
Ekonomi yönetiminde her zaman söylediğimiz gibi güven ve istikrâr öncelikli olmalıdır.
Merkez Bankası'nın öncelikli hedefi, ekonomide güven ve istikrârı sağlamaktır. Bu da ancak enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesiyle mümkün olabilir.
Aylık enflasyon rakamlarında vatandaşın görebileceği ve hissedebileceği bir düşüş yaşanana kadar faiz indirimine gidilmemesi daha isâbetli bir yaklaşım olacaktır.
Bu süreçte, enflasyonla mücâdeleye yönelik politikaların etkinliği artırılmalı, arz tarafındaki sorunlar çözülmeli ve ekonomik yapısal reformlar hızlandırılmalıdır.
Ancak bu şekilde Türkiye ekonomisi sürdürülebilir bir büyüme yoluna girebilir ve vatandaşların refâhı artırılabilir.
Acelecilik değil, sağlam adımlar, daha çok üretim ve istikrârlı bir politika, ekonomik iyileşmenin temel taşlarıdır.