OSMAN ÇAKIR/03 Temmuz 2025
Bazı sabahlar insan aynaya bakarken tanımadığı bir yüzle karşılaşır. "Bu ben miyim?" dercesine…
Gözlerinin altında kusurların, pişmanlıkların, günahların değil; kaçışların izleri birikir.
Evet, bir yorgunluk vardır ama bedenden değil… Ruhun derinliklerine çöken, insanı içten içe kemiren bir yorgunluk.
Kaçtığını sanırsın, ama aslında kaçtığın sensindir.
Oysa insan, kendi gölgesine basmadan yürüyemez.
Nereye gidersen git, ne kadar uzağa kaçarsan kaç, orada bir tane daha sen vardır.
Türk edebiyatının unutulmaz şairlerinden Cahit Zarifoğlu’nun o yakıcı cümlesi çınlar kulakta:
“Nereye kadar kendinden kaçabilirsin? Ya bir daha geri dönmezsen…”
İnsanın kendinden kaçışı, bir şehirden diğerine gitmek gibi değildir.
Bu kaçış; ne bir trene binip uzaklaşmakla, ne de pasaportta bir mühürle mümkündür.
Kendi içine döne döne uzaklaşırsın kendinden… En tehlikeli yolculuk da budur. Çünkü yön tabelası yoktur, haritası yoktur.
Kaybolduğunda, geri dönüş yolunu kimse bilmez.
Kaçmak bir kurtuluş mudur?
Kabul etmek istemesek de, kimi zaman evet.
Zehirli anılardan, yıkıcı insanlardan, seni her gün biraz daha öldüren alışkanlıklardan kaçmak… Bu bir direniştir.
Ama kendinden kaçmak? O, bir ihanettir.
Kendine, çocukluğuna, acılarına ve hatta hayallerine… Çünkü ne yaşamışsan, seni sen yapan da onlardır.
Bir köşe yazarının vakti zamanında dediği gibi:
“Bazı insanlar kendilerini terk edip başka bir hayatta yaşarlar.”
Sahi, ne zaman başladık kendi yerimize başkasını yaşamaya?
Ne zaman düştü maskemiz, düştüğünü bile fark etmeden?
Herkesin güçlü görünmeye çalıştığı bu çağda, en büyük zayıflık; içe bakmaktan korkmak oldu.
Aynalara küs, kalbine yabancı, geçmişine düşman…
Ve sonra sorar olduk kendimize:
"Bu ben miyim?"
Saklayamazsın. Ruhun, en kalabalık şehirlerde bile yalnız kalır.
En büyük gürültülerin içinde bile, kendi iç sesinle baş başa kalırsın.
O ses ki… Susturmaya çalıştıkça daha çok bağırır. Yatıştırmaya çalıştıkça çığlığa dönüşür. Ve en sonunda fark edersin:
Kaçtığın yer, dönmek istemeyeceğin bir karanlıkmış.
Peki ya dönüş?
İşte o, en çetrefilli yoldur. Kendi içine dönebilmek, acılarınla yüzleşmek cesaret ister.
Karanlıkta el yordamıyla yürümek, yaralarının üzerini açmak… Ama başka yolu yoktur. Kendi yüzüne ayna tutmadıkça, başka yüzlerin ardında kaybolursun.
Kendinden kaçmak bir tür ölümdür. Yaşarken yavaş yavaş tükenmektir…
Kaçmanın sonu yoktur ama bedeli vardır. O bedel, yıllar sonra içinden çıkamadığın bir boşluk olarak çıkar karşına.
Ve işte o zaman, en çok kendine hesap veremezsin.
Unutma, kaçmak kolaydır. Herkes kaçabilir. Ama kendine sahip çıkmak, acının içinden yürüyerek geçmek…
İşte asıl kahramanlık budur.
Çünkü kendinden kaçarak hiçbir yere varamazsın. Her yolun sonunda yine kendinle yüz yüze gelirsin.
Zarifoğlu ne güzel demiş:
“Ya bir daha geri dönmezsen…”
O yüzden kaçma! Dur ve dinle kendini. Konuş iç sesinle. Ağla gerekiyorsa.
Kırıl…
Ama kendini bırakma. Çünkü sen, sensiz olmazsın.