

OSMAN ÇAKIR
17 Eylül 2025
Muhtemelen siz de yaşamışsınızdır: Bir yerden sonra insanın konuşası gelmez. Anlayacağınız, konuşmayı keser.
Bu sessizliğin ardında neler olabileceğini gelin birlikte irdeleyelim.
Çoğu zaman, karşımızdakiler bu sessizliği bir kırgınlık olarak yorumlar.
Oysa suskunluğun sebebi bambaşka olabilir; belki de kelimelerin artık gerçeği tam olarak yansıtmadığına dair bir kanaat oluşmuştur.
Konuştuğumuzda bazen söylediklerimiz yanlış anlaşılır, bazen de kasıtlı olarak çarpıtılıp kendi çıkarlarına alet edilir.
İletişimin karmaşık dünyasında en çok dikkatimizi çeken bir nokta var: İnsanlar, duyduklarını ve doğru anladıklarını dahi kendi çıkarlarına uygun şekilde başkalarına aktarabiliyor. Bu durum, kelimelerin sadece birer ses yığını olmadığını, aynı zamanda büyük bir sorumluluk taşıdığını gösteriyor.
Bir bilginin, bir fikrin ya da bir duygunun aktarımı sırasında bu zincirin halkalarından biri kırıldığında ortaya çıkan sonuçlar yıkıcı olabilir.
İletişimin Temel Direkleri
Ahlâkî değerler söz konusu olduğunda empati ve doğruluk, iletişimin iki temel direği olarak öne çıkar.
Empati, karşımızdakinin yerine kendimizi koyabilme yeteneğidir.
Bir söz söylediğimizde veya bir haber aldığımızda, bunun karşı tarafta nasıl bir etki yaratacağını düşünmek iletişimin kalitesini doğrudan etkiler.
Empatiden yoksun bir iletişim, duvarlara konuşmak gibidir; ses verirsiniz ama yankısı asla istediğiniz gibi olmaz.
Doğruluk ise bilginin kaynağından çıktığı gibi, en azından niyeti bozmadan aktarılmasını ifade eder.
Elbette her zaman mutlak doğruyu yakalamak mümkün olmayabilir. Ancak elimizdeki bilgiyi, kendi yorumumuzun veya önyargılarımızın filtrelenmemiş haliyle paylaşma çabası ahlâkî bir sorumluluktur.
Kendi çıkarlarımız doğrultusunda bilgiyi bükmek hem ilişkilerimize zarar verir hem de toplumsal güveni zedeler.
“Sussam Gönül Razı Değil, Konuşsam Dil Yaralar”
Bu noktada Mevlâna'nın şu veciz sözü akla geliyor: “Sussam gönül razı değil, konuşsam dil yaralar.” Bu ikilem, iletişimdeki zorlukların ne kadar derin olduğunu anlatıyor.
Bazen susmak, daha fazla zarar vermemek adına en doğru seçenek gibi görünse de bu suskunluk yanlış anlaşılmalara yol açabilir.
Konuşmak ise her zaman dikkat ve özen gerektirir; aksi halde söylenecek her kelime, istemeden de olsa bir yaraya dokunabilir.
Peki, bu hassas dengeyi nasıl kurabiliriz?
Öncelikle, iletişim kurduğumuz kişinin niyetini anlamaya çalışmalıyız.
Birinin bir bilgiyi aktarırkenki amacı neydi? Gerçekten yardımcı olmak mı istedi, yoksa kendi konumunu mu güçlendirmek?
Bu sorgulama, bilginin kaynağını ve aktarım şeklini daha dikkatli değerlendirmemizi sağlar.
İkincisi, dinlemeyi öğrenmeliyiz. Sadece duymak değil, gerçekten anlamak için dinlemek.
Karşımızdaki kişi konuşurken zihnimizde cevap hazırlamak yerine onun söylediklerine odaklanmak, empati kurmanın ilk adımıdır.
Anlamadığımız yerleri sormak, netleştirmek, yanlış anlaşılmaların önüne geçecektir.
Üçüncüsü, sorumluluk almalıyız. Söylediğimiz her kelimenin bir ağırlığı olduğunu bilerek konuşmak önemlidir.
Eğer bir bilgiyi aktarıyorsak, bunun doğruluğunu teyit etmeye çalışmak ve kaynağını belirtmek hem ahlâkî bir duruş sergiler hem de karşı tarafa güven verir.
Sonuç olarak, iletişim sadece kelimelerin bir araya gelmesi değildir; bu, duyguların, niyetlerin ve değerlerin bir dansıdır.
Sussak kırgınlık sanılır, konuşsak yaralarız. Ancak bu zorlukların üstesinden pekâlâ gelebiliriz; empatiyle dinleyerek, doğrulukla konuşarak ve her kelimenin sorumluluğunu alarak.
Unutmayalım ki en güçlü iletişim, kelimelerin ötesinde bir anlayış köprüsü kurabilmektir.
Bu köprüyü inşa ederken ahlâkî değerlerimizi pusula olarak kullanmak, hem bireysel hem de toplumsal olarak bizi daha iyi bir yere taşıyacaktır.
