

OSMAN ÇAKIR
19 Eylül 2025
Masumiyetin o saf ve sorgulayıcı bakışlarıyla bir çocuk, annesine döner ve içini kemiren o kadim soruyu sorar: “Anne, iyiler neden hep erkenden gider?”
Anne, yüreğinde hissederek bilir ki bu sorunun cevabı kelimelerin sığlığına sığmaz. Bu yüzden bir masalın kapısını aralar: “Hayal et,” der, “bir çiçek bahçesine girdiğini. Orada hangi çiçeği koparırdın?”
Çocuğun cevabı, dünyanın ortak yürek atışı gibidir: “Tabii ki en güzelini.”
İşte o an, basit bir diyalog, asırlık bir hakikatin en yalın, en hüzünlü ve en şiirsel ifadesine dönüşür.
İyi insanlar, hayatın ıssız bahçesinde nadide yetişen o eşsiz çiçekler gibidir. Varlıklarıyla etraflarını aydınlatır, güzelleştirir ve hayatın katı gerçekliğini bir an olsun unuttururlar. Onlar, bencilliğin kurak toprağında filizlenen merhamet fidanları, kibrin gölgesinde boy veren tevazu çiçekleridir. Kalpleriyle yaşar, sözleriyle şifa dağıtır, varlıklarıyla huzur verirler.
Ancak, en güzel ve en değerli olanlar, kaderin bir cilvesi gibi erken kaybedilir bu dünyadan.
Teşbihte hata olmaz derler ya, tam da buradadır işte. O görünmez bahçıvan, hayranlık uyandıran bahçede dolaştıkça, gözü ve gönlü hep en güzeline, en nadideye kayar. Nektarı baldan tatlı, kokusu ruhu mest eden, rengi göz kamaştıran çiçeklere…
Ve sonra, bir özlemle uzanır eli; onları koparır, belki de solmadan daha güzel bir diyara taşımak için.
Kim bilir? Belki onları daha özel bir yere, görkemli bir vazoya yerleştirmek içindir bu seçim.
Belki de bu dünyanın fırtınalarından, tozundan ve kirden korumak; onları solmadan, kirlenmeden ebedi bir güzelliğe taşımak içindir.
Bu metafor bizi derin bir düşünceye davet eder: İyiliğin bedeli erken bir veda mıdır? Yoksa bu, onun eşsiz değerinin ve gücünün en acı kanıtı mı?
Toplum olarak, iyilerin yokluğunu erken hissetmenin ıstırabını yaşarız. Çünkü onlar, dünyayı daha yaşanılır kılan, umudu yeşerten ve insanlığa olan inancımızı ayakta tutanlardır. Zamansız gidişleriyle içimizde kocaman bir boşluk oluşur. Bu boşluk, aslında kaybettiğimiz o büyük değerin ta kendisidir. Tıpkı bir bahçeden en güzel çiçeğin koparılmasıyla, geriye kalanın bir anda soluk ve eksik görünmesi gibi.
Hayat, tıpkı o bahçe gibi, sürekli bir devridaim içindedir. Bazı çiçekler mevsimlerini tamamlayıp usulca solar, bazıları ise daha tomurcuk halindeyken alınır gider.
Belki de bu, bize bir mesajdır: İyiliği asla ertelememek, ondan vazgeçmemek ve etrafımızdaki o “güzel çiçeklerin” kıymetini her an bilmek için. Çünkü bahçıvanın ne zaman geleceği hiç belli olmaz.
Ve kim bilir, belki de o bahçıvan, seçtiği o güzel çiçekleri evrenin en yüce, en anlamlı bahçesine taşıyordur. O bahçede hiçbir çiçek solmaz, hiçbir koku kaybolmaz. Orada, iyilik ebediyete ulaşır.
İşte o zaman, o küçük çocuğun sorusu artık sadece bir acının değil, aynı zamanda bir umudun da sesi olur: İyiler asla ölmezler; sadece bizim görebildiğimiz bu bahçeden, göremediğimiz daha güzel bir bahçeye nakledilirler.
Ve onların bıraktığı hatıra, burada kalan bizler için, bir sonraki iyilik tohumunun filizleneceği en verimli toprak olur.
