İstanbul; doğduğum, büyüdüğüm, ilk, orta ve lise öğrenimlerimin bazı bölümlerinin geçtiği şehir. Babaannemin, babamın mezarlarının bulunduğu, yani onları koynunda saklayan şehir"
Orta öğrenimimin bir kısmını boğazın kenarında Ortaköy'de yaptım. O zamanlar boğazın masmavi suları ile kıyılardaki yeşilliklerin seyrine doyum olmazdı. Boğaziçi vapurları geçerken kaptanlarına el sallar bağırırdık. Onlar da bizi kırmaz selamlamadan geçmezlerdi.
İstanbul'a her gidişimde, hep çocukluk ve gençliğimdeki İstanbul hayaliyle gidiyorum. Ama her gidişimde İstanbul'un daha büyüdüğünü, daha da kalabalıklaştığını görüyorum. Ancak birçok değerinin, birçok güzelliğinin yavaş, yavaş kaybolduğunu içim sızlayarak görüyorum.
Tarihi eserlerin, camilerin bazıları beton bloklar arasında kaybolmuş. Adeta "Ben burada boğuluyorum, kurtarın beni diye bağırıyorlar." Ama kimin umurunda?
Eskiden 7 tepe İstanbul'du. Şimdi kaç tepe oldu bilmiyorum. Dünyanın hayran olduğu Boğaz, yeşilliklerini kaybetmeye, yerini yine beton bloklara teslim etmeye başlamış. Muhteşem Boğazın suları Karadeniz'den, Marmara'ya akarken sanki sularını değil, hüzünle gözyaşlarını akıtıyor.
Yöneticilerimiz hala seyirci. Ecdadımızın bıraktığı bu mirası hovardaca yiyoruz. Bu şehri bu hale getirenler hesabı nasıl ödeyecekler? Bilmiyorum.
Tam bir İstanbul aşığı olan Yahya Kemal Beyatlı, bu İstanbul'u iyi ki görmedi.
İstanbul'a her gidişimde, İstanbul'un benden, benim İstanbul'dan koptuğumu, eskiden İstanbul özlemini duyarken, şimdi bu hasretin azaldığını hissediyorum.
İstanbul'da her şey bana Boyabat'ı çağırıştırıyor. Boyabat'ı ne kadar çok sevdiğimi anlıyorum. Birçok kişi Boyabat'ta yaşanmaz derken, ben Boyabat'sız yaşayamam diyorum.
Sakın yanlış anlamayın. Yazımı küçücük bir şehirle, dünya şehrini karşılaştırmak değil. Ancak son gidişim de İstanbul'da her şeyin bana memleketimi hatırlatması. Her aradığınızı bulabileceğiniz bu şehirde bile, Boyabat'ın tadının bir başka olduğunu hissetmeniz. İşte size birkaç örnek:
Çağ kapatıp, çağ açan Fatih Sultan Mehmet'in muhteşem eseri Hisarı görüyorsunuz. Ne yapalım böyle güzellik yok ama bizim de kalemiz var diyorsunuz. Pazaryokuşu'ndan inerken karşınıza bütün haşmetiyle dikilir. İnanın her Boyabat'la kucaklaşmam da bu görüntü bana ayrı bir duygu yaşatır. Tabiat harikası ile insan elinin birleştiği bir yapı ülkemizde kaç tane var?
Hafta sonu Boğaz'da kahvaltı yapmak, ya da yemek keyfi bir başka" Ama bizim böyle bir lüksümüz yok. Hemen aklımıza Bizim Boyabat'ın lokantaları geliyor. Gidin Bir-Tat lokantasına Ahmet ve İlyas kardeşler sizleri güler yüzleriyle karşılasınlar. Sıra beklemeden kahvaltınızı yapın, yemeğinizi, ızgaranızı içiniz sinerek yiyin. Halis dana ya da kuzu eti, başka bir şey aklınıza gelmesin" Eyvah! Cebinize para almayı mı unuttunuz? Hiç önemli değil."Sonra hallederiz, canın sağ olsun" der gönderirler.
Kalebağı lokantalarının çarşı şubesi ya da Kalebağı'ndaki tesislerine gidin. Hele kalenin altındaki lokanta da hem yeşillikleri, hem de kaleyi seyrederek yemeğinizi yiyin, kafanızı dinleyin. Misafirinizi de ağırlayın. Cemil ve kardeşleri sizleri mahcup etmezler.
İstanbul'da zeytinin, kaşarın, beyaz peynirin en mükemmeli var, itirazım yok. Yok, ama bizim Özlem Market Satılmış Akça'dan aldığımızın tadı bir başka geliyor. Sanki zeytinleri kendi bahçesinden topluyor, peyniri de rahmetli Naile teyze mayalıyor.
Kuru yemiş dükkânlarının önünden geçerken mis gibi leblebi kokusu geliyor. Hemen Mehmet Akça aklıma geliyor. Mehmet Akça olunca kavrulmuş fıstık diyorsunuz. Bakın bizim Mehmet'in kavurduğu fıstığa İstanbul'da rastlayamadım. Artık bu işin uzmanı olmuş. Oğlu İlker ‘de bu konu da babasını yakalamış. Bir de aktarlık yönü var. Dükkânda yok yok. Her derde çare var. Sanki aktarlar derneği başkanı. Eh ne de olsa kuru kahveci Abdullah amcanın nesli.
Akçalar'dan söz etmişken, devam edelim. Hasan Akça Ağabey'in hakkını vermeden geçmeyelim. İstanbul'da gülmek için gösteri merkezlerine gider sıra bekler, üstelik oldukça hatırı sayılır ücret ödersiniz. Ama Bizim Boyabat'ta canınız sıkıldıysa, moraliniz bozuksa gidin Hasan Ağabey'e gamınızı, kederinizi dağıtsın. Para almaz, üstüne çayınızı da için, ikramı da sever. İnanın birçok sanatçıya taş çıkartır.(Hasan Ağabey için ayrı bir yazı hazırlayacağım)
Balık pazarına gidersiniz. Her çeşit balık vardır. Eğer balıktan anlamıyorsanız, boyarlar taze diye satarlar. Bakarsınız, bakarken bizim balıkçı İbrahim ve Osman aklınıza gelir. Balığınızı içiniz rahat rahat alırsınız. Hele onlardan aldığınız hamsinin lezzetini tazeliğini İstanbul'da bulamazsınız. Fiyatı da cabası"
Pazara gidersiniz ama Boyabat'ın pazarı aklınıza gelir. Ne maydanozun, ne dereotunun, ne pırasanın-ıspanağın ne de marulun tadını bulabilirsiniz. Hele domatesin lezzeti, kokusu bir başkadır bizim Boyabat'ta.
Akşam ekmek alırsın. Çıtır çıtır pek güzeldir. Ancaaaak sabaha kaldıysa, yemek için oldukça gayret sarf etmeniz gerekir. Hemen Boyabat ekmeğinin kokusu tadını hatırlarsınız. Kalk sabahleyin aynı ekmeği taze gibi ye. Etimizi, mantarımızı yazmaya gerek var mı?
Milyonluk şehir, elbette çok kalabalık... Sokağa çıktığınız zaman sizi rahatsız eden bir gürültüyle karşılaşırsınız. Hele korna sesleri kulaklarınızı tırmalar. Her korna sesinde Hüseyin Çakırgöz'ün (Ellibir'in Hüseyin) korna sesi aklıma gelir. Yapmacık hali yoktur, tertemiz yüreğiyle bir başkadır Hüseyin'imiz.
Allah çaresiz dert vermesin. Ciddi bir hastalığınız yoksa İstanbul'da tedavi olurken karmaşadan korkuyor aklınıza yine memleket geliyor. Boyabat'taki doktor aklınıza gelir mi? Geliyor işte. Aile hekimimiz Sayın Yavuz Demir ‘i hatırlıyorsunuz. "Doktorun odasına hasta girilip, sağlıklı çıkılması gerekir" derler. Bizim doktor da öyle. Sizin önce şikâyetinizi dinler, güzelce muayenenizi yapar, moralinizi düzeltir ve uğurlar. Eğer sırada hastası yoksa biraz da futbol muhabbeti yapar, ayrılırsınız. Gerçi Galatasaray şampiyon oldu diye biraz havalı ama o kadarını da hoş görelim.
Bebek'te badem ezmesi meşhur" Ona da itirazımız yok. O ezmeleri görünce hemen bizim Mehmet Gürbüz Ağabey'in ve şekerci Erbaşlar'ın, ezmeleriyle tak tak helvaları aklımıza geliyor. Eğer Mehmet Gürbüz Ağabey'den ezme alırken paketiniz hazırlanırken dışarıya baktıysanız yandınız demektir. Zira karşıda vitrinde nar gibi kızarmış kebap sizi çağırır. Baba mesleğini sürdüren Hüseyin Süzgün'ün kebabının kemiğinden tut, silkele nerdeyse bütün etleri tabağınıza dökülsün.
Denizimiz yok. Hiç dert değil. Canınız deniz kenarında bir şeyler yemek mi istedi?Gerze 35 dakika.Gerze'ye girmeden Dereyeri mevkiindeki Lokanta 56 ‘ya gidin.Tam bir kır lokantası.Bahçede kendi sebzelerini yetiştirip sunuyorlar.Hormonsuz tamamen doğal..Balığınızı lokantanın sahibesi İlknur Kara hanımefendi hazırlıyor.Kendileri çok sıcak kanlı misafirperver .Adeta kendi bahçenizde hissediyorsunuz..Siparişleriniz hazırlanırken, siz de Karadeniz'in masmavi sularını,diğer tarafta yeşilliklerini seyrederek huzur buluyorsunuz.Karşınıza beton bloklar dikilip sizin göz zevkinizi bozmuyor.
Eğer canınız Sinop istemişse bir saatte oradasınız. Gidin Beyaz Ev'e Aydın Bey meşhur salatasını ve balığını hazırlasın. Bir çok yerde bulamayacağınız bir lezzet sunsun. Deniz hemen ayağınızın altında... Karşınızda masmavi Karadeniz"
Eh Sinop'a gitmişken merkeze inmeden olmaz. Merkeze de inince Şen Pastanesine gitmeden olmaz. Gerçek köy yumurtasından yapılmış revanisini, hiçbir katkı maddesi olmadan yapılmış tamamen doğal karışık dondurması yemeden dönmeyin. İnanın bir çok ünlü markalarla yarışır iddiasındayım.
Boyabat'a erken dönerseniz eski yoldan gelin. Bürnük'ün mis gibi çam havasını teneffüs edin. Semaveriniz yanınızda ise bir de çay demleyin.
İstanbul'da gezerken hep bunları düşünüyor, şimdi Boyabat'ta olmak vardı diyorum. İstanbul'un en güzel yerlerini bile gezerken, Boyabat'ı düşünüyorsam. Ben İstanbul'dan, İstanbul benden uzaklaşmış.
En iyisi birkaç günlüğüne gidip misafir olmak"
Boyabat'ta arkadaşlarla bunları konuşurken hep aynı düşünceleri paylaştıklarına şahit oldum.
Ortak ağız: İstanbul bize fazla geliyor, BİZİM BOYABAT BİZE yetiyor.
Not: Yazımda birkaç örnek verdim. İsimlerini yazamadığım birçok arkadaşlar ve esnaf var. Daha nice güzellikler var. Hepsini buraya sığdırmam mümkün değil. Kendilerinden özür diler, saygılar sunarım.