Yazıma bir soru ile başlamak istedim. Bu soruyu hem size soruyorum, hemde kendime. Yazımı okuyan dostlar, bu soruyu kendinize sorulmuş kabul ederek bir düşünün. Cumhuriyetimizin yüzüncü yaşını istediğimiz gibi günün önemine göre kutlayabildik mi?
Parti ayırt etmeksizin evine bayrak asan, bayrak elinde şartları zorlayarak alanlara çıkan, kutlama alanlarının düzenlenmesinde emeği olan herkese sonsuz teşekkürler ama yeterince kutlanmadı. Başta iktidar olmak üzere siyasiler yüzüncü yılın önemine uygun hareket etmediler.
Sudan bahaneler ile bazı programlar ertelendi. Bırakın programların ertelenmesini aylar öncesinde bu konuda hazırlık yapılması gerekirdi. Hazırlık yapıldığını duymadım, görmedim. Fakat hakaret derecesinde konuşanları duydum ama günün koşullarına göre Atatürk ve arkadaşlarını anmaları gerekirken ağızlarına bile almadıklarını gördüm. Yazıklar olsun.
Çevremiz ateş çemberi içinde. Filistin'de kardeşlerimiz zor durumda. Bu ateş bizide zora sokabilir. Bu durumu göz ardı edemeyiz. Sudiarapistan gibi de eğlence yapalım, cadı bayramı kutlayalım demiyorum. Fakat şunun üstüne basa basa söylüyorum. Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılı ertelenmeden şanımıza yakışır şekilde kutlamalıydı, kutlanmadı.
Sosyal medyada bir içecek için bu bir yahudi ürünüdür; "Elhamdülillah almıyorum, içmiyorum, evime sokmuyorum" diyenlere bende şu soruyu soruyorum.
Almıyorum içmiyorum evime sokmuyorum diyenler, eyyy bizi yönetenler İsrail ile tüm ticari ilişkileri kesin yoksa ben sizinle olan siyasi ilişkimi keserim diyebiliyor mu? Var mısınız demeye...
Bir çok akıllının boykot ettiği ürünleri geliştirmek için çaba harcayanlara niye bir şey söylemiyorsunuz, söyleyemiyorsunuz. Eski yıllarda yerli malı haftası yapılıyordu. Şimdi niye yapılmıyor? Samanı bile yurt dışından alan bu iktidara karşı susanlar sizin sonunuz da iyi değil. Siz de iyi bilin.
Yalan yanlış bilgileriniz ile Atatürk'e hakaret edenler, bu halkı kandırmaya çalışanlar, bu işin tahsilini yapanları bile kötüleyerek merdiven altı bilgileriniz ile doğru bir şey yapmıyorsunuz.
Bugün zeka özürlü biri Atatürk'ün namaz kılarken hiç resmi var mı diye soruyor. Hiç kimsenin namaz kılarken resmi olup olmaması beni ilgilendirmiyor. Seni niye ilgilendiriyor?
Fakat bir esnaftın müşterisine mal verirken bozuk olanı alta koyup müşteriyi kandırması beni ilgilendiriyor. Ben çalışan biri olarak vergimi tam olarak öderken esnafın vergi kaçırması beni ilgilendiriyor. Toplanan vergilerin toplum yararına harcanmaması beni ilgilendiriyor.
Atatürk'e dinsiz diyerek bu halkı kandıranlara Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı'nın şu sözü iyi ve yerinde bir cevap olacağını düşünüyorum.
"İslamcılar, Atatürk'ün ne ile mücadele verdiğini bilmiyorlar. Atatürk cehaletle mücadele vermiştir islam ile değil. Hatta islamı yüceltmiştir. İlk Türkçe tefsiri yaptıran Atatürk'tür. Büyük bir devrimdir bu."
Kendine hoca süsü vermiş zavallılı biri, "29 Ekim Cumhuriyet bayramı kutlayan müslümanlar neyi kutluyorsunuz" diyor. Bu yaratığa, bunun gibi yaratıklara çok şey söylüyorum. Baklayı ağzımdan çıkardım. Dedeleri İngiliz olanlar olabilir bunlar.
İstanbul işgal altında olduğu günlerde Selimiye kışlasından Anadolu'ya silah gönderilmesi gerekir ama kışla İngiliz küvetleri kontrolünde olduğu için silah çıkaramazlar. Bir subay kışlanın doktoru ile görüşür ve kışlada kolera salgını olduğunu yayarlar. Ingiliz askerleri kışlayı terk ederler. Bu sayede buradan alınan silahlar taput içinde Anadolu'ya gönderilir.
İçinde silah olan bu taputları taşıyanlardan biri de nişanlı bir avukattır. Avukatın nişanlısına senin nişanlın avukat değil, taput taşıyan biri derler. Nişan bozulur.
Aradan beş altı yıl geçmiş. Cumhuriyet kurulmuş. Bu iki nişanlı tesadüfen karşılaşırlar. Selamlaşırlar ve avukat çay içmeye davet eder. Gittikleri avukatlık bürosunda adamın ismi yazılıdır. Kadın niye o zaman söylemedin der ve şu cevabı alır. O kötü koşullarda taput içinde silah taşıdığını kimseye söyleyemezdim der.
Bu şartlarda Inebolu'ya gelen ve bayanların kağnı arabası ile taşıdıkları bu silahların korunması gerekmetedir.
Fakat İnebolu da bir tane top vardır. Soba borularına top süsü vererek bu silahların Anadolu daki askerlerimizin eline ulaştırmış. Kurtuluş savaşı böyle kazanılmış. Türkiye Cumhuriyeti böyle kurulmuştur.
O kötü koşullarda kanıyla, canıyla bu vatanı kurtarıp Türkiye Cumhuriyetini kuranların torunları olarak daha çok yüz yıllar kutlamak için ne gerekiyorsa yapmalıyız, yapacağız.
Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılı nedeniyle boğazdan geçiş yapan gemilerimiz Vahdettin köşkünden değil, Dolmabahçe Sarayından selamlanmasını arzu ederdim.
Ayrıca Vahdettin'in mezarı niye Türkiye de değilde yurtdışında, araştırıp bilgi sahibi olmazı tavsiye ederim. Bu bilgileri de merdiven altı bilginlerden değil, diplomalı, hatta mümkünse tarafsız yazarlardan öğrenin isterim.
Dün Mustafa Kemal Atatürk'ün ebedi hayata intikal edişinin 85. yılı Cuma gündü. Benim gittiğim camide adı anılmadı. Niye?
Doğrudur yanlıştır bilemem. Dinlediğim şu hikaye aklıma geliyor. Merhum Süleyman Naimoğlu'nun Türkiye'ye geldiği yıllarda Bulgar komutan adı hafız olan Türk asıllı askere hafız ne demek diye sorar. Askerden önce diğer bulgar komutan cevap verir ve Türkiye de imamlık yaptığını, yani ajan olduğunu söyler.
Daha fazla bir şey demiyorum diyemiyorum. Fakat şunu diyorum. Kesinlikle tarihimizi iyi okuyun ve kim dost, kim düşman, kim dindar kim dinci iyi öğrenin. Çevremizde dosttan çok düşman var gibi.
Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılını istediğimiz gibi kutlayamadıksada ikinci yüz yıla merhaba diyorum. Aydınlık günler dileği ile.
Mustafa Gürleyen (11.11.2023)